14 Mart 2006
ON DAKİKA
Lise sonda, gecenin bi vakti test kağıtlarının üzerinde uyuyakaldıığımı farkedince sinirimden yazdım bunu. Bilgsayar açıktı zaten, ellerim klavyeye öyle bir gitmiş ki.... hiç silmeden yazdım. gözlerim yarı açıkken...
ON DAKİKA
Yine satır arasında uyuyakalmışım. Bu on dakika bile yetti bir kabus görmeye. Telefonun sesiyle uyandım. Açtım, kapandı. Yetişemedim. Yine yetişemedim. Zaten bu aralar hiçbir şeye yetişemiyorum. O on beş dakikalık uyku – yoksa on dakika mıydı – belki de on beş saatlik uyanıklıktan daha çok yordu beni. Neydi? Neden deney sonuçlarım hipotezimi bir türlü doğrulamıyordu? Neyse ki rüyaydı; ama o on dakika – yoksa onbeş miydi – aklımda yine koca bir soru işareti yaratmıştı. İki saat önce yazdığım, beş dakika önce satır arasında gördüğüm rüyada uğraştığım deney raporunu bulup çıkardım. Derin bir nefes alıp rahatladım. Neyse ki doğru yazmışım. O karanlık rüya sadece kötü bir kabusmuş. Yoksa o dört saat uğraşarak yazdığım deney raporum hepten çöpe gidecekti!On dakika, beni dinlendirmekten çok, yormuştu. Ne var ki, önümde duran bir yığın testi çözmeliydim ve şıklarda hiç on dakika yoktu. Belki bir beş dakika vardır diye baktım gözlerimdeki yanmayı unutmaya çalışarak; ama boşuna, hiç beş dakika da yoktu bu testin şıklarında! Hayatımın her on dakikasını değerlendirip değerlendirmememin bana neler kazandıracağı veya benden neler götüreceği umrumda olmalıydı, hep bunu düşünmeli, ona göre hareket etmliydim; ama olmuyordu işte. Sabaha karşı dörtte yatmış, altı buçukta kalkmıştım. Gözlerim yanıyordu ve yuvalarında duran iki göz değil de birer kıkırdaklarmış gibi de sağa sola dönerken takırdıyorlarlardı sanki. Sırtımdan vücuduma giren çok hafif bir elektrik akımı, el ve ayak parmaklarımdan dışarı sızıyormuş gibi hissediyordum. Kollarım artık beynimden izinsiz kareket ediyordu. Gerektiğinde ise hiç etmiyordu. Sürekli kırılıyordu 0,5 ucum ve silgi hep istediğimden daha büyük bi alanı silip götürüyordu. Belki de bu son senemde benim hayatımdan da bir şeyler silinip gidiyordu ve ben bundan sonraki hayatımın silinmesine izin vermemek için sürekli masa başında daha fazla, daha fazla soru çözmek için çırpınıyordum. Ya benim sorunlarımı kim çözecekti? Hiç umrumda değildi aslında Ali’nin Veli’nin yaşındayken onun kardeşinden kaç kat büyük olduğu ya da sürüngenlerin iç döllenme dış gelişme yaptıkları... Belki paragrafta verilmek istenen asıl düşünceyi bulabilmem ya da yangın söndürücüde kullanılan gazın havadan ağır olması gerektiğini bilmem, şimdi ve ileride işime yarayabilirdi; ama Hardy-Weinberg ilkeleri veya verilen bir cümlede “ile” sözcüğünün edat mı bağlaç mı olarak kullanıldığını bilmem, 20 Haziran’dan sonra hiç işime yaramayacaktı. Belki Ömer’in yüz elli bin lirası vardı ve ısrarla bunun onda üçüyle defter almak istiyordu. Aklına hiç bu parayı biriktirip sinemaya gitmek gelmiyordu; çünkü onun da benim gibi 20 Haziran’a kadar sadece defter, silgi, kalem gibi şeyleri alması gerekiyordu. Bir de test kitabı tabii. Gerçi o da be n de doğalı beri defter hiç kırk beş bin lira olmamıştı, belki de o yüzden bir türlü akla sığmıyordu bu sorular. Hep daha fazla sıfır gerekiyordu defter alabilmek için. Hep daha fazla çalışmak gerekiyordu “çok net” yapmak için. Yanlışlar doğruları götürüyordu; ama doğruların yanlışları götürmesi yasaktı. Sınavda “çok net” yapmak uğruna “çok bulanık” bir hal almıştı zihnim. Zaten gelecekle ilgili plan yapmak için şöyle bir ileriyi düşündüğümde de netlik ayarı bozuluyordu hep. Bulanıktı her şey ve bir tuşa basmakla değişmiyordu objektifin ayarı. Arada bir flaş patlıyordu; ama o da sadece bugünden birkaç mutlu kare tutuşturuyordu elime. Geleceği yine göstermiyodu. Hep çocuk kalmak istiyordum. Bahçede toprakla suyu karıştırıp çamur yapmak, yandaki inşaattan işe yaramaz diye atılan kalaslardan iki tane alıp yakın bi okulun bahçesinden çakıltaşı toplayıp evin karşısındaki boş araziye bir voleybol sahası kurmak istiyordum tıpkı ilkokuldayken arkadaşlarımla yaptığım gibi. Çakıltaşlarını ince bir çizgi halinde dökerek çizmek istiyordum saha sınırlarını. Bir de evden çamaşır ipi almalıydım kalasların arasına gerip file yapabilmek için. Annem kızacaktı belki; ama o farketmeden yenisini alıp koyardım dolaba. Arkadaşım Nur gelip yine “Pisikletine bi tur pinebilir miyim?” diye sorsa keşke. “İstersen on tur bin.” desem ben de. Tek derdim saklambaçta ebe olmaktan bir türlü kurtulamamak olsa yine.Şimdilik 20 Haziran’dan önce ve sonra olmak üzere ikiye bölünmek zorunda kalmış olan hayatımı nasıl yönlendireceğimi bilemediğimden, ÖSS denemelerinde soruların yarısına doğru cevap verebildiğimi söylediğimde yüzüme “Pozitif ol, kendine güven, başarırsın.” diyenlere artık diyecek lafım yok. Ben zaten bu zamana kadar dinledim hocalarımı, yaptım ödevlerimi; ama şarkımı söylemekten de geri kalmadım. İlk sınavda olmadı, çalışıp diğerine girdim. O da olmayınca bir sonrakine... Moralimi yüksek tutup, başaracağıma inanırken sürekli düşen bir grafikle karşılaştım. Şimdi sanırım “olumlu” olmanın yanında başka şeylere de ihtiyacım var: yeterli uykuya ve uykudan sonra kalacak birkaç düzine on dakikaya. O on dakikalar, satır aralarına sıkıştırılınca hiçbir işe yaramıyorlar. Aksine, daha da yoruyorlar beni. Şöyle rahatça değerlendirebileceğim on dakikalara toplu halde ihtiyacım var bu aralar. Ancak bu şekilde devam edebilirim şarkı söylemeye. Yoksa hayat kolumdan tuttuğu gibi oturtur beni bir köşeye, kafama da karton bir huni takar, hayatı oradan seyretmeye başlarım. Etkisiz eleman olurum. Yutan elemanların eline düşer de işleme sokulursam, şıklarda hiç bulamazsınız beni. Şarkımı da duyamazsınız tabii.
Ayşegül Girgin
7 Mart 2004
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder