27 Mayıs 2007

Brüksel gezisi ve bira şaşkınlığı

Mart 2007 sonunda Paskalya tatili sayesinde Brüksel’e gittim. Garip bir şehir. Devasa Avrupa Birliği binalarının arasına sıkışmış eski Belçika evleri, savaşlar sonrasında yıprandıkları için yenilenen dar betonarme binalar, sarayın ihtişamı ve asit yağmurunun hışmına uğramış mimarî harikaların çevresine kurulmuş restorasyon iskeleleriyle insanı bir türlü 1 milyon nüfusu olduğuna inandıramayan karman çorman bir şehir Brüksel. Aynı zamanda da bira ve çikolata cenneti.

Belçika'nın biraya olan düşkünlüğü ise küçümsenecek gibi değil.

Tavsiyeler üzerine ayaklarımız çatlayana kadar aradığımız Delirium Café'den bahsetmek istiyorum.

Daha önce hayatımda hiç 7cm kalınlığında menü görmemiştim. Bu aslında bir menü dosyasıydı, ve önsözü aynen şöyleydi:

Dearest customers,
Delirium Café offers you
2500 beers from our menu. Some of these beers may be out of stock for diverse reasons (production problems, importation difficulties etc.).However, we guarantee a minimum of 2004 beers
to be available at all times. We ask you, equally, to be patient as the coordination of such a large number of products is not always a simple task for our personnel – especially during peak business hours.

Thank you for your patience, your understanding and your custom,

Delirium Café Management
http://www.deliriumcafe.be

Olacak iş değildi: 2004 çeşit birayı sağlayacaklarına söz verdikleri gibi, bir de 2500 çeşidi her zaman bulunduramayacakları için özür diliyorlardı!!!

Menünün sayfaları arasında dolaştıkça şaşkınlığım iyice artıyordu. Her sayfada 2-3 çeşit biranın resmi ve açıklaması vardı: Tarihçesi, özellikleri, yapılışı... Fiyatlar ise 1.40€'dan 30€'ya kadar çıkıyordu.

Gezi için okulun ayarladığı otobüsün şoförü ile muhabbet etme şansımız olmuştu bir ara yemekte. Onun anlattığına göre, Belçika'daki bazı bira meraklıları, bira içimi hakkındaki tarifler konusunda çok titizlermiş. Her tip biranın kendine özgü bardağı varmış ve kaç cm köpükle içilirse en güzel tadı vereceği belirtilirmiş. Bu bira meraklıları, değişik yerlerden gelen özel koleksiyon şişelerini de saklar, sergilerlermiş ayrıca.

Bense hâlâ bira içerken suratımı ekşitmekten kurtulamamışken nerde kaldı santim santim köpük hesaplamak!...

20 Mayıs 2007

Aarhus'ta doktor sorunsalı

Herkesin bir doktoru var burda. Kimlik kartınızda adı, adresi ve telefon numarası yazıyor, ve hastalandığınızda ilk bu doktora gidiyorsunuz. Kanser falansanız sizi hastaneye sevkediyor, ama onun dışında solunum, sindirim, boşaltım, dolaşım, üreme, sinir vs vs bütün sistemlerinizin muayenesi için bu doktora gidiyorsunuz.

Ama şöyle bir durum var ki, bu doktor kısmısı sürekli meşgul oluyor. Kulak ve boğaz ağrısından ölmek üzeresin, aldığın ağrı kesiciler ve pastiller kâr etmemiş, ‘gideyim de bir bilene sorayım’ modundasın....

Ararsın muayenehaneyi: biip biip

Otomatik cevaplama sistemi devreye girer ve uzuuun uzun Danca konuşur: “Vilkommen til mouhdll uoolğğ. Komma hyommn uoltild huoüğğua vent ventidlt list. Ğüülsğğ mouve hil.”

Tahminen, bekleme listesine alındığını anlarsın ve beklersin. Mesaj 2-3 kez daha tekrarlanır. Sonunda asistan-sekreter-laborant karışımı, ne olduğu belirsiz kadın telefonu açar.

Randevu istersin. “Randevuları sadece 9-12 arasında alabilirsiniz, yarın o saatler arasında arayın lütfen” der. Dumur olursun.
“Ama... ama... ama... Ben ölüyorum galiba! Geceleri uyuyamıyorum ağrıdan, öksürmekten, çift görmeye başladım artık!” falan dersin.
Cevap: “Bugün çok yoğunuz, lütfen yarın 9-12 arası arayın.”

Telefonu alıp duvara fırlatmak gelir içinden.

Ertesi gün saat 9.05’te tekrar arayıp yine uzunca süre bekledikten sonra asistan kadından randevu istersin. Sana CPR numaranı sorar. Bu, sigorta kimlik numarası gibi bir şey. Oldukça uzun olan bu numarayı tek tek telefonda sayarken, kadın İngilizce konuşmaktan duyduğu rahatsızlığın doruklarındadır ve sayıları yanlış anlar; haydi baştan alırsın sayıları. Tam ortasındayken, odandan bir türlü tam sinyal alamayan telefonun intihar eder ve bağlantı kesilir.

Tekrar ararsın, tekrar uzunca bekledikten sonra kadın açar telafonu, sanki her gün 20 kere telefonda İngilizce konuşan hastalarla uğraşıyormuşçasına seni hatırlamaz, 5 dakika önce konuştuğunun da farkında değildir. CPR numaranı başarılı bir şekilde kadına yazdırdıktan sonra sana sonraki haftaya randevu verir...

İşte o an.... 38.5 olan ateşin 41’e çıkar, vücut hücrelerin tek tek yok olmaya başlar, boğazındaki bademcikler yerinden oynarcasına batarlar boğazına, ve kulaklarındaki tiz biiiiip sesi birden cızırdamaya başlar....

Sinirini kontrol etmeye çalışarak, “Daha erken olmaz mı acaba?” dersin.

Kadın, “Şikayetiniz nedir acaba?” diye sorar. Anlatırsın ızdırabını.

“Hmm o zaman bugün 10.30’da gelin” der.

--
“Madem boşluğun vardı 10.30’da, niye beni haftaya attın yahu??!?!?!” diye haykırmak gelir içinden.