30 Temmuz 2007

“Danimarka’da bir garip değişim öğrencisi” olmak


Dönem: Bahar 2007
Yer: Aarhus School of Business, İşletme Fakültesi
Ülke: Danimarka

Şehre yeni gelmişsin ve daha neyin nerde olduğunu öğrenememişsin, pat diye kitap alma stresi başlamış. Ulan Avrupa'da fotokopi yasaktır, telif hakkı falan diye uğraştırırlar adamı diye düşünürsün, zaten şehirde de fotokopici bulamamışsındır...

Sonra gider "aman beeee orjinal alayım yaa zaten evladiyelik kitaplar bunlar, saklarız hem, zaten babam kredi kartıyla almamı söylediydi..." dersin ve okulun kitapçısına dalarsın. 1.5 saat kitapları aradıktan sonra yaklaşık 10kg yükle kasaya gidersin. Kadın her bir kitabı geçirir barkod okuyucudan ve toplam tutarı söyler. Sen anlamazsın tabii ve yazar-kasanın göstergesine bakarsın: "2350 DKK" (~600 YTL)

Sonra kadere razı gelip kredi kartını uzatırsın. Kadın 3 kere 5 kere denetir şifreni falan ama yine de kart çalışmaz. Uzun uğraşlar ve Türkiye'deki bankanla yaptığın uzuuun telefon konuşmaları sonunda pes edersin ve fotokopici aramaya halin kalmadığı için "yeter ulan" dersin; cüzdanından bi 2350 kuroncuk (DKK) attırıverirsin (!), tam ordan son sürat kaçacakkeeeeen...:

Her gün gibi o gün de dışarda yağmur olduğunu hatırlarsın. Kitapçıya gidip kitapları saklamak için ek poşet istersin, o da senden bikaç kuroncuk daha ister; boyun eğersin.

Baştan kazığı bu şekilde yiyip, bir de üstüne fiziksel ve psikolojik dayanıklılık testlerinden geçtikten sonra, bir an için dedim ki kendikendime: "Madem bu kadar eziyet çektim, bari dersleri takip edeyim de aldığım kitaplar bi işe yarasın".

Vee tabii ki öyle olmadı. Olacağı varmış, ama yine de olmadı.

Asıl konuya gelirsek:

Bu okulda şöyle bi şey var: Hocalar etkisiz eleman gibiler nerdeyse ve derse başlarken sizin o günün konusunu (50-60 sayfa) önceden okumuş ve kitap yazarının kafasının içini tamamen sindirmiş olduğunuzu varsayıyorlar. Hele ki böyle komik şemalar varsa kutucuklu, oklu falan; işte onları da pek bir seviyorlar. Üstünde saaatlerce konuşabilirler. Bir de şu var: Sınıftaki Danimarkalı popülasyonu yüksekse, ezilme riskiniz çok yüksek. Bu Danlar genelde okul dışında bir de çalışırlar.. İşte pazarlama şirketlerinde, mağazalarda, reklam ajanslarında, ithalat firmasında vsvsvs... (Hehe haftasonları da postacılık ya da barmen/barmaid'lik yapar lar bazıları) Bu insanlar derste bi fırsatını bulup hemen iş yerlerinde yaşadıklarını anlatmaya başlarlar. İşte bi şekilde konuyu o kitaptaki ipe sapa gelmez teorilere bağlamaya çalışırlar.
Eğer sınıfta bol miktarda exchange (değişim öğrencisi) varsa, ya da daha kötüsü, sınıf tamamen exchange ise... İşte o zaman durum biraz farklı: O zaman da ders boyu herkesin boş boş konuşup "bizim ülkemizde bunu şöyle yapıyorlar....." "benim ülkemde bi coca coca reklamı vardı...."lı hikayeler anlatmalarını dinlemek zorunda kalırsın....ki eğer konuşan, bir Fransız ise.... owffff.. Anla anlayabilirsen. Zaten 2 dakikalık şeyi 15 dakikada anlatır bunlar kelimeyi düşünmekten. Onu da adam akıllı anlatamaz zaten.

Velhasıl efenim bu Danimarkalı kısmısı bi acaip olduğundan, bu çocuklar evde harıl harıl okurlar her dersten önce 2 chapter, Case'ler dahil, ve altını çizmekle kalmayıp bi de akıllarına gelen örnekleri falan post-it'lere yazarlar ki derste tutup anlatabilsinler diye. Ve eğer sen evde okumamışsan, o ders zul gelir. burnundan gelir... Hoca iki kelime konuşup da bi şey anlatmadığından, dersi öğrenciler götürür zaten, ya da her hafta öğrencilerin sunum yaptığı bir dersse yine 2-3 dakikalık anlatımdan sonra 20-30dk da tartışılır sınıfta. Şans burda en önemli faktör. Asla ve kat'a hafife alınmamalı! Sınıftakiler kafaysa yırttınız: Boyna reklamlardan, coca cola'dan ve McDonalds'tan konuşulur, sen de televizyon izleyen her Türk vatandaşı gibi izlediğin reklamların üstüne iki kelime de hikaye yazıp tartışmaya katılırsın. Amaaaa... sınıftakiler inekse, ki Danimarkalı popülasyonuyla doğru orantılıdır bu ineklik seviyesi, o zaman tartışılan konu reklamlar falan değil kitaptaki aptal bir şema olur ve dünyadan tamamen koparsın. Her iki durumda da sınavda dumur olursun. Sınıf geyikse ve yıl boyu geyik yapılmışsa, o geyiklerin sınavda çıkmadığını farkettiğin an artık çok geçtir. Sınıf inekse ve sürekli şemalar tartışılmışsa, o şemaların da sınavda çıkmadığını farkettiğinde yine çok geçtir. Aslında zaten o şemaları bi türlü anlamamış ve kaale de almamışsındır ama yine de insan yıl boyu görmeye alıştığı şeyi görmek istiyor ya hani sınavda...Bir süre sonra bu eziyete dayanamaz ve exchange hayatının da turistik amaçlarını ön plana çıkarmaya karar verirsin. Okulun 2. ayından sonra derslerin anca %20'sine katılırsın ve kitapları da rafa kaldırıp orda tozlanmalarını beklersin. Bir gün, bi derse 2 aydır gitmediğini farkedip noluyo derste diye öğrenmek adına sınıfa uğramak gibi bir hata yaptığında, 10. dakikada bunalım hat safhada olduğundan durumu daha fazla kaldıramayıp kendinizi dışarda bulursun. Derin derin nefes alırsın. Kanındaki oksijen seviyesinin tekrar normale dönmesini beklersin bir süre, gider Kafeeen'de çalışan yakışıklı Dan çocuktan muffin ve cappucino alırsın. Çocuğa şirin görünmek için Danca konuşmaya çalışırsın, ama tabii ki batırıp rezil olursun. İyimser ihtimalle komik olur, yine de şirin görünmeyi başarırsın. :)

Tabii tüm bunlar, Alman değilsen başına gelir. Almansan, ki değilsin ben biliyorum, o zaman sen de en az bir Danimarkalı kadar çalışıp kitabın altını falan çizersin. Hatta çok Almansan bi de akşamları diğer exchangelerle veya Danlarla dışarda veya yurtta eğlenmek varken oturur biraz daha ders çalışırsın. Günde 7 saat çalışmak falan asla yetmez çünkü sana. Ama Alman olmadığını biliyorum, için rahat olsun ;) Rahat rahat gez dolaş valla, tadını çıkar fırsat varken.

Velhasıl haziran gelip çattığında birden kitaba bakar ve dersin ki: "Hadi canım! Bunların tamamı olamaz sınavda, kesin bazı bölümler atlanmıştır da ben sınıfa gitmediğim için bilmiyorumdur...." Hemen bir Alman bulursun ve sorarsın saf saf: "sınavda hangi konular yok?" Sınavda bazı konuların olmayabileceğine ihtimal vermen bile bu Almancığı şaşırtır tabii... Elinde kitap, muhtemelen 25 chapter falan... Kalırsın oracıkta. Kal gelir bir nevî.
Sonra işte can çekişmeler, "sınava girmesem nolur ki Türkiye'de başka seçmeli alırım" hayalleri, "zaten exchange'lerin sınavlarını torpilli okuyolarmış" diye kendini motive etmeye çalışmalar, boşa kürek çekmeler, "vazgeçtim girmiyorum sınava"lar vs.....vs...vs..

Sonra bir de şu var Danimarka'da: not sistemi 13 üzerinden. minimum geçme notu 6. 13ü kimseye vermiyorlar, böyle bir gelenekleri var. Kolay derslerde 11-12yi %1lik dilim alıyor, 9-10 aldın mı %5-10luk dilime girmiş oluyorsun 7-8 ortalama çıkıyor...ama ders 2. veya 3. sınıf dersiyse, hele bir de sayısalsa, o zaman ortalama 5.5 falan çıkabiliyor. 8 Accaip güzel bir not oluyor ve çoook zor alınıyor.

ve gelelim dünyanın gerçeğine: minimum geçme notu Danimarka'da 6 olabilir ancak bu seni yanıltmasın. Gururlu bir Bilkent genci olarak senin minimum geçme notun 8!!!!! Haydi buyrun cenaze namazına. Charlotte devreye giriyor ve onun "international student councellor" olması bile Anjariitta(*)'nın not değerlendirme sisteminde oynama yapmaya ikna olmasına yetmiyor.
sonra o 600YTLlik kitapları Türkiye'ye taşımak için ek yük parası vermek de cazip olmadığından.... Danimarka topraklarına yaptığın değişik bir bağış olarak adlarını ERASMUS tarihine silgi tozundan harflerle yazdırıyorlar.

ve daha neler neler... ama ben yazsam da siz okumazsınız bundan sonrasını....

(*) Anjariitta Rantanen, Bilkent Üniversitesi’nin ERASMUS Değişim Programı işlerinden de sorumlu olan çok süper hocası. Her işin altından kalkar. Her okula lazım. Ama niyeyse not sistemi olayı çözülemedi, ona çok şaşırdım :s