10 Aralık 2009

Nasıl bir okumaksa...


Fenalardayım. Üstüne peri tozu serpilmişçesine havalanmakta beynim.

Son zamanlarda okuduğuma konsantre olamaz oldum. Değil akademik makale, kafa dinlemek için elime aldığım romanı bile okurken saçma sapan düşüncelere dalmaktan bıktım artık. İşin kötüsü, hayal alemine daldıktan sonra bile okumaya (sesli ya da içimden farketmez) devam ediyorum. Kendime geldiğimde nerdeyse 2 sayfa geçmiş oluyor ve ben o son 2 sayfada ne anlatıldığına dair hiçbir fikre sahip değilken buluyorum kendimi.

Hani roman okurken anlatılan karakteri, ortamı, olayı vs canlandırırsın ya imgeleminde... Olmuyor işte o artık. Ertesi gün gideceğim toplantıyı, akşama pişireceğim yemeği, kantinde gördüğüm yakışıklı çocuğu, 5 yıl sonra nerede olacağımı ya da ne bileyim İsveç'e değil başka yere yüksek lisans başvurusu yapsaydım ne olacağını düşünmekten, gözümle taradığım hiçbir yazıyı beynimde işleme koyamıyorum artık.

Bunu örneklemek için aşağıdaki resmi hazırladım. Siyah yazılar okuduğum şeyi, yeşiller ise o an aklımdan geçenleri göstermekte. Bunu örnek olarak yazdım tabii, aklımdan geçenler bana kalsın, aşağıdaki kadar saçma sapan da değilim yani :)

Resmi büyütmek için üzerine tıklayın.

1 Aralık 2009

Raporlamada soytarılık

Uzun süredir yazamadım, biliyorum; ama Türkçeyi kullanma yetilerimi gün be gün kaybetmeye başladığımdan, bir türlü iki lafı bir araya getirip kafamdan geçenleri dökemedim yazıya. Taa ki az önce karşılaştığım durum sinir uçlarımın her birini çekiştirip üstüne kibrit çakana kadar.

Tez konusu oluşturmaya çalışırken Türkiye'deki doğrudan yabancı yatırımlarla ilgili kaynak arıyordum. Önüme, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı'nın hazırladığı "Doğrudan Yabancı Yatırım Verileri Bülteni (2006/ Ocak)" çıktı. Rapor, 2005 yılı sayısal verilerinin bir özeti niteliğinde. Türkçe ve İngilizce olmak üzere iki kopyadan oluşuyor.

Daha ikinci paragrafta karşıma çıkan tercüme soytarılığıyla gözlerim yuvalarından fırlayayazdı.

Türkçe rapordan alıntı:

"17 Haziran 2003 – 31 Ocak 2005 döneminde kurulan yabancı sermayeli şirket sayısı, önceki yıllarda kurulan toplam şirket sayısının %102'sine tekabül etmektedir."

Anlamı: Önceki yıllarda kurulan yabancı sermayeli şirketlerin toplam sayısı 100 ise, bahsi geçen dönemde kurulanların sayısı 102dir.

İngilizce rapordan alıntı:

"The number of companies with foreign capital established between June 17th 2003 and January 31th 2006 is 102% more than that of the previous years' total."

Anlamı: Önceki yıllarda kurulan yabancı sermayeli şirketlerin toplam sayısı 100 ise, bahsi geçen dönemde kurulanların sayısı 100+102=202'dir.


Durum böyle olunca şimdiye kadar yazılmış bütün literatür incelemelerine şüpheyle yaklaşmak lazım demek ki diye düşündüm. Yani ben Türkçe bilmeyen bir akademisyen olsam, ana dili İngilizce olmayan ülkelerle ilgili bilgi toplarken kim bilir ne garip tercüme hatalarına kurban gideceğim. Raporda güya bir de veri tabloları listesi var; ama tabloların kendisi yok. Zaten ben de genel bi tarama yapıyor olsam "burda o verilerin özetini yazmış, tek tek sayılara gerek yok" der aynen aktarırım. Kaldı ki, verdiğim örnekte Türkçe açıklamanın mı yoksa İngilizce açıklamanın mı asıl verileri yansıttığını bilemiyoruz.

Sonra Türkiye'yle ilgili neden yeterince araştırma yok diye yakınıyoruz. Daha raporlarımız, verilerimiz ve arşivciliğimiz doğru düzgün yapılmıyor ki ...

12 Nisan 2009

Polonyaaa Polonyaa duy sesimizii, bu gelen Türklerin ayak sesleri!

Amca kızı cici kuzenim Dilay ve erkek arkadaşı nam-ı diğer eniştem Bora'yla Polonya'nın Wroclaw kentinde buluştuk.
5. Uluslararası Halina Halska Opera-Şan yarışmasında toplam 5 ödülü Ankara'ya götürdüler!

Arkadaşım E.'nin "Laylay kuzen" ismini taktığı, en genç başarılı finalist ödülünü alan 21 yaşındaki Dilay Girgin'in Olympia performansı:


Grand Prix, yabancı katılımcılar arasında en iyi Lehçe yorum, en iyi artistik ve özgün yorum ve Worclaw Operası 2009-2010 özel ödülüne layık görülen, artık ailemizden biri olan pek neşeli arkadaşım/eniştem Bora Balcı'nın ödül törenindeki üç parçalık performans kolajı:



Yarışma sonrası dedikodular:

47 katılımcıdan 20si finale kalırken, ödüle layık görülen 11 finalistten Bora dışında hiçbiri 1'den fazla ödül almadı :) Bora sahneye her çağrıldığında duyulan coşkulu alkışların arasında "yine mi?" şeklinde mırıltılar kulağa çarptı...

Alman jüri üyesinin Dilay ve Bora'ya kartını verip, Almanya'da devam etmek isterseniz mutlaka beni arayın, yardımcı olayım dediğine şahit olundu.

Bulgar jüri üyesinin bu güzel çifti ayırıp, Bora'yı kızına, Dilay'ı da oğluna almayı düşündüğünden şüpheleniliyor.

Dilay sahnede çığırırken jürinin kendini dağıttığı gözlemlendi. Ağzı açık kalan üyelerin bazılarının ağzına sinek kaçtı :)

Erkek jürilerden birinin, Bora'dan terzisinin adresini istediği söylentisi yayılıyor. Bora'ya diktiği fraktan bir de kendisine yaptırmak istiyormuş.

Kuş bakışı

Bu sefer yorum yapmayacağım. Bazı şehirlere tepeden bakacağım sadece...


Stockholm, İsveç

Lomma, İsveç


Lund, İsveç

İzmir-Alsancak

Ankara

Artvin
İzmit

Teşvikiye, İstanbul

Manhattan
Şangay, Çin
Venedik

Lomma Plajı

Tüm fotoğraflar için buraya tıklayın.

Lund'a 10 km uzaklıktaki sakin Lomma kasabasına gittik dün. 15 kişiyle başlayan bisiklet konvoyumuzun yarısı dördüncü kilometrede teknik aksaklıklar nedeniyle telef olurken, kalanlar da hızlarına göre üç gruba ayrılmak zorunda kaldılar. Velhasıl, aradaki 20 dakikalık alışverişi saymazsak 1 saatte Lomma Plajı'na vardık.


Türkiye'de olsa nisan ayında plaja gitmek aklımın ucundan geçmez, ama burda geldik başkalarının gazına, soluğu kumsalda aldık. Deniz şahane; süt liman! Ama bir gariplik var, 100-150m ileriye kadar bile su diz boyunu geçmiyor, ve arada minik kum adacıklar var. Yüzmeye yer yok yani :)

Suda yürüyüp şu adacıklarda fotoğraf çekebilirim diye heveslendim bir an, daldım suya! Baştaki 10cm'e kadar derinlikteki yerler ılıktı, cesaretlendim, tamam dedim ben kesin yürürüm burdan adaya kadar diye... Su bir 5 cm daha derinleşince birden kendime geldim! Ayağıma kramp girdi eh haliyle, su değil buzzz buzzz....

Etrafıma baktım, ne kadar çoluk çocuk varsa hepsi suda!!! Ben 30 saniye dayanamazken bunlar yarım saattir suda!!!
Öteye baktım, bir adacığın üzerine bir baba iki çocuk, şakalaşıyorlar. "Aman da ne şirin..." diye düşünürken adam birden çocuklardan büyük olanını (en fazla 10 yaşındadır) suya atmaz mı!? 30cm derinlikteki buzzz gibi suya üstündeki şort ve tişörtüyle (bu sözcüklere Türkçe karşılık bulundu mu?) şapalanak diye düşen çocuk bizim cennet köşesi ülkemizdeki çocuklar gibi ağlayıp çığıracağına sevinç kahkahalarıyla babasına su sıçratmaya başladı.

Sol yanımda annesinin elinden tutmuş beyaz şortlu askılı beyaz buluzlu beyaz tenli maviş gözlü sarı saçlı bir bebek de suyun güneşin keyfini çıkarıyordu. Belli ki yürümeyi öğreneli çok olmamış, konuşabildiğinden de şüpheliyim.

Biz bebelerimizi sarıp sarmalıyoruz, en ufak soğukta battaniyenin altına sokuyoruz, gavur (!) kendi eliyle koca kışın soğuğunu atamamış bu kuzey denizinde çocuğunu eğlendiriyor. Ondan sonra soruyoruz işte Türkler neden başkalarından önce bir şey icat edemedi diye!

Sen o kadar koruyup kollarsan, sınırları belirlersen, her şeyden korkarsan, çocuk nasıl cesaretli yetişip girişimci bir yetişkin olsun? Zaten eğitimli insanın yaratıcı olabilmesi için gerekli koşullar da sağlanmadığından, yurttan göçen beyinleri yermenin hiç âlemi yok! Göçmesin de ne yapsın?!

10 Nisan 2009

Bej

21 yılın üzerine kamyon yükü değişiklik serpip altını görünmeyecek hale getirmenin bu kadar kolay olacağını nasıl tahmin edemedim ben daha önce?

Başka bir mutluluk bu seferki. Caddelere, sokaklara, insanlara, ağaçlara baktıkça ağlatan bir mutluluk; ama kaybetme korkusunun verdiği endişhenin pusu içinde...

Aynaya baktığımda önceki "ben"i görememenin mutluluğu içinde... Bir şeyler öğrenmiş, ders almış olmanın huzuru içinde, ama alınan dersi saf korkaklıkla karıştırma tehlikesini sezmenin yarattığı huzursuz nemle...

Topuğumu Arnavut kaldırımlarının aralıklarına soka soka, her yağmurda saçlarının kıvırcıklaşmasına aldırmadan, soğukta sıcakta güneşte karanlıkta kalabalıkta yalnızlıkta evde dışarda siyahta beyazda hep bir mutluluk damlası bulabilmek...

ama tüm bu güzellikleri bana yaşatan gücü evimden, ülkemden uzak olmanın verdiğini bilmek...

işte o üzüyor beni.

Dilime İsveç kaçtı!

Harfler niye her dilde farklı telaffuz ediliyor hiç anlamam. Ortak bi telaffuz olsun işte her harf için, bir araya getirince tek bi şekilde okunsun! Zaten gramerler değişik, bir de telaffuz karışınca işler iyice zorlaşıyor. Küreselleşme bu işe de bi el atsa pek sevineceğim. Buraya geldiğimizden beri dalga geçiyorduk bu İsveçliler niye j ve g harflerini y veya ğ diye telaffuz ediyorlar diye...

Mesela "I just jumped off the car with my new jacket and ran into the faculty of geography." gibi bir cümle, özellikle yaşlıcana bir İsveçli'nin ağzından şöyle çıkabiliyor: "I yust yumped out of the car with my new yacket and ran into the faculty of yoography." Ç sesi de yok İsveççe'de. Ş var.

O yüzden "Go get your [şeair]" diye bi şey duyarsanız o "Go get your chair" de olabilir, "Go get your share" de olabilir. "This is [şiiip]"in anlamı, "this is sheep" de olabilir, "this is cheap" de olabilir.

Bunlarla dalga geçmekten yorulunca bırakmıştık aslen. ve bugün... kahvaltıda iki İsveçli arkadaşımla İngilizce konuşurken birden "cheap" yerine "sheep" derken buldum kendimi!!! Okkalıca güldük hep birlikte. "Yaaa... Sen misin dalga geçen ç'lerle ş'lerle" dercesine baktılar bana cin cin :)

Diğer değişik telaffuzlar:

region = regın

regulation = reculayşın

regularly = recılırli

general = yenırıl

plagiarism = pleyırizm

at = oöt

also = ôlso

8 Mart 2009

EEE2009

Sınıfta sadece 2 tane İsveçli olmasından kelli 6 aydır İngilizce konuşulan çok uluslu ortamlardaydım. Komşularımın 4ü İsveçli aslında ama sadece bir tanesiyle yakın olabildik. Bıcır bıcır ve sürekli meşgul modda gezen bi kız kendisi. Kim demiş İsveçliler soğuk insanlar diye? Safi yalan. Komşum Y. sayesinde bir sürü insanla tanıştım geçen dönemin sonuna doğru, değişik tatlar denedim ve en önemlisi de İsveç'te yaşadığımın biraz daha farkına varabildim.
Bundan önceki yazımda noel partilerimizden bahsedip bir video eklemiştim. İşte o videodan sonra arkadaşım Y. bana bir teklifte bulundu. Kendisi ekonomi fakültesinin öğrenci birliğinde, EEE adlı kariyer fuarında iletişim sorumlusu olarak çalışıyordu. Posterler, broşürler, kataloglar hazırlamaktan uyku uyuyamaz hale gelmişti. Benim videomu çok beğenmiş; kariyer fuarı organizasyon komitesinin tanıtım filmini yapmamı istedi. Son gece, kapanış kokteylinde dev ekranda gösterilmek üzere 5 dakikalık komik bir tanıtım filmi yapacaktık.
Partinin teması olarak 1930ları düşünmüşler. O yüzden biz de filmi siyah-beyaz, hızlı ve sessiz çekmeye karar verdik.
Az değil, komitede 15 kişi var. Her birinin görevi farklı... 2 hafta içinde herkese tek tek randevu ayarladım. Her birinin çekimi 1-1.5 saat sürdü. Çekilen sayısız sahne içinden gereklileri ayıklamak, ışığı düzenlemek, hızıdır, başıdır sonudur, yanlışlıkla görünen logolara reklam muamelesi yapılmasın diye sansürlemektir, sahne bitimlerinde kişinin en güzel gülümseyebildiği açıyı yakalayıp dondurmaktır, müziğin senkronizasyonudur, müzik bulmaktır, seçmektir, kesmektir, yapıştırmaktır, İngilizce-İsveççe çeviri yapmaktır toplam 25-30 saatte de düzenlemesini monjatını yaptım. Tabii ara sıra bilgisayarın isyan etmesi, internetin kesilmesi, bazı framelerin yanması falan gibi sorunları saymıyorum bile. Günlerim gecelerim birbirine karıştı.
Ve sonunda bu 5 buçuk dakikalık tanıtım filmi ortaya çıktı. Buraya koyabilmek için kalitesini %75 oranında küçültmek zorunda kaldım. Aynı tadı vermiyor, ama yine de meraklısı buyursun:

Kısmen daha kaliteli olan y.ou.t.u.be versiyonu için buraya tıklayabilirsiniz.

Öğrenci birliği başkanı bu çalışmadan çok memnun kalınca, önümüzdeki diğer etkinliklerle ilgili de reklam ve tanıtım filmleri yapmak konusunda benden yardım istedi. Umarım vaz caymaz, çünkü acaip eğlendim tüm bu curcuna sırasında, ve en önemlisi de İsveçlilerin çalışma ortamını görmüş oldum. Çevremde uçuşan bu garip dilin ufak tefek basit kısımlarına kulağım alışmış oldu. Bu kadar keyifli olacağını tahmin etmemiştim.

12 Ocak 2009

Tam gaz "Noel 2008"

Aralık ayı boyunca Lund'da noel yemekleri ve partilerine gitmekten helâk olduk. Hediye çılgınlığının akıl almaz boyutlara geldiği bu ayda, öğrenci bütçesini yıpratmamak için yaratıcılığımızı son damlasına kadar kullandık...
Girişimcilik bölümünde okuyan arkadaşların hakkını yemeyelim. İnanılmaz partiler düzenlediler, bize de gidip eğlenmek düştü. Son iki partide çektiğim fotoğraf ve videolardan bir kolaj yaptım, afiyetle izleyin. (buraya yükleyebilmek için görüntü kalitesini düşürmek zorunda kaldım, ama olsun)