10 Eylül 2008

Gece gece ders oldu bana.

Yarına yetiştirmem gereken bir makale analizi ve literatür taraması olduğundan yemek yapacak zamanım yoktu. Çikolatalı bisküvilerime eşlik etmesi için mutfakta kahve aradım, ve buldum. - Ya da en azından ben öyle sandım.

6 kişiyle ortak kullandığım mutfakta bulduğum kahve(!)yi makinenin filtresine koydum, yanına su ekledim ve şimdi anlatamayacağım bir dizi maceranın ardından kahve makinesinin çalışma prensiplerini keşfettikten sonra yeni yıkanmış bulaşıkların arasında duran büyükçe(!) bir fincana doldurup odama götürdüm. Yolda buzdolabına rastlayınca içine 2ml çikolatalı süt de koyduktan sonra şeker ekleyip bir güzel karıştırdım.

Daha önceki kahve deneyimlerimden edindiğim tecrübeler ışığında, kahvenin benim uykumu rahat rahat kaçırmadığını hatırlayarak seçtiğim devasa kupayla makalenin başına oturdum. Kupayı, hoşluk olsun diye "devasa" olarak nitelendirmiyorum. Öyle bir kupa ki, iki elimle tutunca parmaklarım birbirine değmiyor. Bir nevi çorba kâsesi yani.

Kahve(!)nin dibini buldum.

Kahve'nin yanına iliştirdiğim "(!)"lere gelince... Şey.... Sanırım o kahve değilmiş. Yani o familyadan; ama hani bizim bildiğimiz kahveden değil.

Böyle Espresso türünden güçlü bir içecek. Hani minicik fincanlarda içilenlerden.

Kıssadan hisse: "Bilmediğin şeyi ellemeyeceksin."

Saat gecenin 2si... Benimle bisiklet turuna falan çıkmak isteyen var mı?

3 Eylül 2008

ŞEHR-İ LUND @ İsveç

Onca koşturmacanın, son dakika değişikliğinin, son anda verilen kararların, geceyarıları açılacak olan çevrimiçi emlak listelerine ilk girmek için çabalamaların, yazlık kışlık tüm gardrobu bavullara sığdırmak için ter dökmenin ve banka-konsolosluk-noter üçgeninde mekik dokumanın ardından nihayet Lund'dayım.

Sanırım hayallerimdeki şehri buldum. Hem de tesadüfen. İlk gün 65 kiloluk bavul-çanta yükünü taşırken bile yakınmadım. O kadar güzeldi ki her yer, aç/susuz olmam da umrumda değildi, sırtımdan akan terler de, henüz bir odaya yerleşemeyecek olmam da. Malmö'de bir hostel'de yer ayırmıştım ve onca yükü oraya taşımak istemediğimden, henüz tanıştığım Çinli arkadaşım G'nin de teklifi üzerine eşyalarımı onun odasına bıraktım.

O ilk günümü anlatmaya kalksam sayfalar sürer; çok şey yaşandı çok şeye şaşırıldı, çok şey öğrenildi... Çok da eziyetliydi aslında ama şimdi yazamıyorum bile. Sanırım unutmuşum.


En iyisi birkaç fotoğrafla özetleyeyim neden burayı çok sevdiğimi.


Bu ilki, okula giderken yolumun üzerindeki sayısız şirin evden biri:












Ekonomi ve işletme fakültesi ana binasının içi. Nam-ı diğer Holger Crafoords Ekonomicentrum.

Arkadaki bina, kayıtların yapıldığı, okulun idari birimlerinin bulunduğu yer.
Bu da yine okulun binalarından biri. Ne binası olduğunu en yakın zamanda öğreneceğim.

Nasıl???