Sonra 4. sınıfta bizim servise yeni bi kız geldi. Adı Gizem. Benden sonraki duraktan biniyordu. Aynı yaştaydık. Böyle nerdeyse sarışın, çilli, çıtı-pıtı bi kız. Bi yerlerden de tanıdık geliyor... Tamam tamam! Babalarımız aynı yerde çalışıyormuş, fabrikanın etkinliklerinden göz aşinalığım var demek ki.
Nasıl bilmiyorum ama biz sıkı fıkı arkadaş olduk.
Yine de, Uras'la Gizem'in kuzen olduklarını öğrenmem 1.5 yılımı almıştı. (!)
Ve ondan sonra Uras'la görüşeceğim zaman Gizem'i, Gizem'le görüşeceğim zaman Uras'ı da çağırarak, uzun yıllar devam edecek olan 3lü bir arkadaşlığın ilk tohumlarını atmış oldum. (Ayıptır söylemesi, sayemde oldu biraz. :p )
6. sınıfta artık KOSKOCA ORTAOKULA başlamış olmanın verdiği bir rahatlıkla ailemizden izin koparmayı başarmıştık: Bisikletle sahile inme izni.
Yıl 1999... Aylardan Ağustos.
Neredeyse her gün öğlene doğru bisikletle evden çıkıp Gizemlere gidiyor, sonra onunla birlikte Uras'ı da alıp sahile devam ediyorduk. Karamürsel'i 2 kez turladıktan sonra parklarda bisiklet sürmemize izin vermeyen zabıtadan kaçmayı da başarıp bir çay bahçesine yerleşiyor, orda artık gelsin ayranlar, gelsin simitler, gelsin tavla, sohbet-muhabbet....
Sonra sahil bandında 2 tur daha. Akşamüstü saat 4 gibi seyyar mısırcılar sahile dökülürdü. Ben özellikle bir tanesinden alırdım hep mısırımı: Mahmut Amca'dan. Bir keresinde bana özel bir mısır kebap yapmıştı: Mısırı kömür ateşinde pişirdikten sonra bir kez haşlanmış mısırın suyuna daldırıp tuzlardı. Sonra 1-2 dakika daha ateşte tutar, tuzun iyice mısıra işlemesini beklerdi. O mısır kebabın tadını unutmam. Öyle yapmayınca hem kuru olur, hem de tuzsuz. Böyle ise..... Owffff! Bi de indirim yapardı bana Mahmut Amca.
Mısırdan sonra 1 saat bile geçmeden canımız dondurma çekerdi. Hemen Memo Kornet'e gidip toplam 4 top büyüklüğünde ama 8-9 çeşit dondurma alırdım ben. Kıyamazdım. Hangi lezzetten vazgeçsem, bilemezdim: Muzluyu almasam olmaz, limonsuz dondurma zaten olmaz, kavunlu da pek güzeldir, eh çikolatalıdan assla vazgeçmem, kahveli de güzel yaaaa, e bi de kayısı, sonraaaa kivi var bi de....
Sonra yine bisiklet turuna devam.
Bi keresinde sümüklü 4 çocuk peşimize takılmıştı. Hızlıca arkadamızdan gelip tekerleklerimize sürtüyorlardı falan. Gıcık şeyler. Ama iyi avladık onları: Kaçarmış gibi yaptık, hızlandıkça hızlandık.... Gözleri döndü herhalde ki onları aslında Belediye binası altındaki polis karakoluna sürüklediğimizi farkedemediler. Karakola vardığımızda kapıda duran nöbetçi memur abiye "Polis aaaabi, bunlar bizi kovalıyorlar, rahat bırakmıyorlar, hem de çimlerin üzerinde de sürüyolar!" diye şikayet ettiğimizi gördüklerinde bir kaçışları vardı ki.... Oooooowfff! Puhahahahaaaa! Yaşasın ispiyonculuk!
1-2 hafta, günaşırı birlikte zaman geçirdik. Aslında yaptığımız hep aynıydı, ama nedense kimsenin bir şikayeti yoktu. Mutluyduk.Günlerden 16 Ağustos Salı. Ben yine Uras ve Gizem'le yaptığım "bisikletle Karamürsel" keyfinden dönmüşüm. Her şey çok güzel... Gecenin 3'ünde inanılmaz bir yer sarsıntısıyla uyandığımda artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını tahmin edememiştim belki ama bir gün büyüyüp de bisikletten otomobile terfi edeceğimizi biliyordum.
Aşağıdaki fotoğraf, benim, annemin arabasını yalnız başıma kullanma iznini kopardığım gün çekildi. Uras ve Gizem elbette ki elimdeki bu olanaktan yararlanması gereken ilk iki kişiydi ve ben de zaten ilk iş olarak Gizem'in evine sürmüştüm arabayı. Sonra da Uras'ı aldık tabii...O gece eve 11de döndüm. Evde kıyamet koptu tabii; arabayı aldığın ilk gün gecenin bi vakti mi gelinir eve be kızım?!?!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder